31 Aralık 2012 Pazartesi

yusuf ile büşra hikayesi


OKUNMASI VE İBRET ALINMASI GEREKEN GERÇEK BİR AŞK HİKAYESİ..

Yusuf her akşam olduğu gibi yine facebook'ta dolaşıyordu... Gözü her gün paylaşımlarını takip ettiği sayfadaydı... Aslında sayfada değil sayfaya yorum yapan Büşra isimli o kızdaydı... Her akşam mütevazi yorumlar yapardı sayfaya.. Uzaktan uzağa hayranlık besliyordu Yusuf Ona... Defalarca mesaj atmak istemiş ama gönderememişti.. En sonunda cesaretini topladı ve kıza arkadaşlık isteği gönderdi.. Birkaç saat sonra gir
diğinde isteğini kabul etmiş olarak gördü... Heyecandan ağzı kulaklarına varıyordu.. Hemen kontrol etmeye başladı.. Tuhaf olan bir şey vardı, listesinde Yusuf'tan başka erkek yoktu.. Ama neden? Neden Yusuf'un isteğini kabul etmişti..?

Ertesi gün mesaj attı Yusuf... Selamlaşma, tanışma derken iyi anlaşmışlardı.. Yusuf aklına takılan soruyu sordu Büşra'ya

-neden listende benden başka erkek yok...
-Helal olmadıkları için..
-Peki beni niye ekledin?
-......
-Cevap verir misin?
-Bilmiyorum..

Anlamıştı ki kızın da kendisine ilgisi vardı... Ve bir aşk başlamıştı... Öyle böyle bir aşk değil ama...

Büşra her fırsatta Yusuf'a dinin güzellikleri anlatıyordu, her kelimesinde ALLAH aşkı vardı Büşra'nın... Yusuf da en çok o yanını seviyordu... Sabahları namaza uyandırmak için aramalarını, her vakit namazında "Namazını kıldın mı" diye hatırlatmasını, teheccüd namazına kaldırmasını, her gün bir cüzü paylaşarak hatim indirmeyi teklif etmesini, her şeyini, her şeyini seviyordu Büşra'nın... Meğer dinini sadece 5 vakit namaz kılmakla, bir ay oruç tutmakla koruyacağını sanan Yusuf'un ne çok eksiği vardı..

Aylar ayları kovaladı... Birbirlerine "aşkım, canım" bile demeyen bu çift artık evlilik safhasına gelmişti.. Ama işin en ilginç yanı birbirlerini hiç görmemişlerdi.. Görmek istememişlerdi... Yusuf istiyordu aslında, merak ediyordu sevdiğini.. Ama sevdiği "O duyguyu yüzyüze tadalım" dediği için sesini çıkarmamıştı... Büşra her şeye razıydı... Sevdiği insanın yüzünü hiç merak etmiyordu.. Yüreğini sevmişti çünkü..

Ve buluşmak için anlaşıldı... Yusuf Bursa'dan Konya'ya gidecekti sevdiğini görmek için... Büşra'nın yanında kuzeni olacaktı.. Başbaşa kalmamış olacaklardı.. Belirlenen çay bahçesinde söylenilen masaya doğru ilerliyordu Yusuf.. Kalbi yerinden çıkacaktı.. Masada oturan iki bayanın yanına gelerek selam verdi... Ayağa kalkıp selamını aldılar Yusuf'un... Büşra'nın da kalbi yerinden çıkacak gibiydi... Sevdiği tam karşısında duruyordu... Eli ayağına dolaşmıştı... Yusuf sandalyeye oturdu...

"Beklediğimden çok çok güzelsin" dedi...

Ama bu sözleri Büşra'ya bakarak değil kuzeni Şeyma'ya bakarak söylemişti... İki kuzen ne yapacaklarını şaşırdı.. Yusuf ters giden birşeylerin olduğunu sezince

"Bir hatamı ettim" dedi...

"Büşra benim" dedi, az önce güzel olduğunu söylediği bayanın yanındaki...

Ufak bir sessizliğin ardından konuşmalar başladı... Büşra'nın başı yerdeydi.. Hem utanıyor, hemde başta yasananlara canı sıkılıyordu.. Yusuf ise iyice süzüyordu Onu.. Hayal kırıklığına uğramıştı.. Büşra hayalindeki insan değildi.. O güzel birini istemişti... Oysa Büşra o kadar güzel biri değildi.. Büyük bir hata yaptığını düşünmeye başladı.. Hayır, hayır Büşra'yla evlenemezdi.. Onu yanına yakıştıramadı bir türlü..

Bir saatlik oturmanın ardından ayrıldılar... Yusuf otobüse binmişti.. Eli telefona gidip geliyordu.. Birşeyler yazmak istiyordu Büşra'ya ama yapamıyordu... Sonunda uzunca bir mesaj yazıp gönderdi...

"Bir yeni mesaj" yazısını gören Büşra heyecanla mesajı açtı... Kimbilir ne güzel şeyler yazmıştır diye geçirdi içinden... "Büşra sen çok iyi bir kızsın aslında" diye başlıyordu mesaj... Bu cümle bile Büşra'nın beyninde şimşekler çakmasına yetmişti... Ve devamında kendisini beğenmediği, evlenemeyeceği falan yazıyordu... Gözünden yaşlar boşalıyordu.. Şeyma telefonu çekip aldı elinden, o da okudu... Nasıl olurdu böyle bir şey.. Birbirlerini böyle seven iki insan nasıl olur da ayrılırdı...

Büşra günlerce ağladı... Namazlarını bile huşu içinde kılmıyordu artık.. Dünya ile ilgisini kesmişti.. Sürekli Yusuf'un profiline bakıyordu gizli gizli.. Ne yapıyordu merak ediyordu... Birkaç gün sonra "nişanlı" yazısını gördü Yusuf'un profilinde.. Dünyası yıkılmıştı... O inançlı Büşra intiharı düşünüyordu artık.. Evet evet artık bu dünyada Onsuz yaşayamazdı... Mutfağa koştu hemen.. Bulduğu tüm ilaçları odasına götürdü ve kapıyı kilitledi.. Hem ağlıyor hem ilaçlara bakıyordu.. Ağlarken uykuya daldı bir an...

Rüyasında Yusuf'u gördü.. Ateşe doğru koşuyordu Yusuf.. Büşra da Onun ardından.. Yetişemedi Büşra, koştu koştu ateşin kenarına geldi... Ateş onu da çekiyordu yakmak için.. Büşra ise kaçmaya çalışıyordu... Sonra bir el tuttu Büşra'yı.. Kimin eliydi bu.. Kimse görünmüyordu.. Bembeyaz bir nurdu sanki... Ve bir ayet yankıladı Büşra'nın kulaklarında

" Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir, siz bilemezsiniz"

Uyandı Büşra... Ağlıyordu... Nasıl olmuş da intihar etmeyi düşünmüştü.. Hemde fani bir aşk için.. Tevbe istiğfar ederek ilaçların hepsini pencereden dışarı fırlattı...

Ve 6 yıl sonra...

Büşra çok geçmeden bir imam ile evlenmişti.. Düğünlerinden hemen sonra Umre'ye gitmişlerdi eşiyle.. Hayalini kurduğu evliliği eşi Salih de bulmuştu... Bir de dünya tatlısı kızları olmuştu... Kızlarını tam islama uygun şekilde yetiştirmişlerdi.. Küçük yaşta hafızlık kursuna vermişler ve hafızlığına az kalmıştı...

O gün Salih eşini ve kızını alıp bir parka gitmişlerdi.. Sürprizi vardı eşine.. Büşra çatlayacaktı meraktan.. Cebinden kağıtlar çıkardı Salih...

-Bu ne?
-Bil bakalım ne?
-Söyler misin!
-Dünyada en çok istediğin şey..
-Ama ney..
-Senden gizlice hac için başvuru yapmıştım ikimize... Seçilmişiz, bu yıl Hacc'a gidiyoruz hep beraber...

Büşra sevinçten ağlıyordu.. Eşinin gözüne minnettar gözlerle baktı.. 6 yıllık evliliklerinde hiç üzmemişti Salih Onu.. Hiç incitmemişti.. Aynı şekilde O da Salih'i hiç incitmemişti...

Tam o sırada kızları Hacer ağlayarak annesinin yanına geldi..
-Şuradaki kız bana hakaret etti, öcü gibi giyinmişsin dedi..

Kızları Hacer yaşıtları gibi değildi.. Başını kapatır, elbise giyerdi.. Kendi isterdi böyle olmayı.. Annesi babası da gurur duyardı.. Ileride oynayan kız ise neredeyse çıplak olan bir kız çocuğuydu... Büşra hemen kalktı yerinden.. Amacı kalp kırmak değil tebliğ etmekti.. Belli ki çocuğun ailesi bilinçsiz bir aileydi.. Kızının elinden tutarak çocuğun ailesinin yanına doğru gitti.. Masada açık seçik giyinmiş, edepsizce ağzında sakız çiğneyen bir kadın ve kolunda dövme, önünde bira şişesi duran bir adam oturuyordu...

-Hanımefendi, biraz konuşabilir miyiz, dedi Büşra...
-Ayy sizin gibilerle ne konuşacakmışım ki ben...
-Ne var ki halimizde..
-Küçücük çocuğun beynini yıkamışsınız, şunun giyinişe bak.. Hangi devirde yaşıyoruz ayol...

Konuşmanın başından beri arkası dönük olan adam,

-Nermin biraz sakin olur musun, ileri gidiyorsun dedi...

Ama bu nasıl olurdu.. Bu Yusuf'un sesiydi.. Büşra donup kaldı... O sırada adam arkasını döndü.. Evet bu Yusuf'tu.. Büşra'yı karşısında gören Yusuf soke olmuştu.. Utandı başını eğdi.. Büşra hareketsizce duruyordu öyle... O Yusuf'u gördüğü için değil, Yusuf'u o halde gördüğü için şaşkındı... Kadın:

-Şu yobaza bakın, şimdi de kocama göz koydu, demeye başladı...

Ve Büşra'nın kocasına seslendi..

-Karına sahip çıksana, milletin kocasına asılıyor...

Salih kalktı yerinden.. O'na yakışan tek şey vardı... Gitti eşinin elini tuttu ve arkalarını dönüp yürümeye başladılar...

Yusuf.. Ah Yusuf... Büşra'dan ayrıldıktan sonra abdestli namazlı olduğu söylenen bir kızla evlenmişti.. Kızın güzelliği dillere destandı... Tam da Yusuf'un istediği gibi.. Koluna yakışacaktı, yanına yakışacaktı... Ama evlendikten sonra ters giden şeyler olmuştu.. Eşi Nermin ailesinin baskısı ile kapandığı için evlenir evlenmez açılıp saçılmıştı.. Günah günahı doğurmuş, gitgide bataklığa düşmüştü ikisi de.. Yusuf içki içen, eşiyle kumar partilerine giden bir insan olmuştu.. Yetiştirdikleri çocuk da kendileri gibiydi.. ALLAH'ın bir olduğundan, Peygamber'in varlığından haberi bile yoktu...

Ve Büşra onların yanından ayrılırken eşinin elini hiç bu kadar sıkı tutmamıştı... Binlerce şükür ediyordu içinden.. Nasıl bir hatadan korunduğunu şimdi daha iyi anlamıştı.. Ve o gördüğü rüyayı.. Yusuf'un ateşe düşüşünü, kendisinin ordan kurtuluşunu... Ve ayet yankılandı kulaklarında yine :

"Sizin hayr bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir, siz bilemezsiniz" Bakara 216

Ve şu cümleyle RABB'ine seslendi:

"Şer bildiğim şeylerde yarattığın hayra hayranım ALLAH'ım"...

-menzile eminoğlu-

26 Aralık 2012 Çarşamba

Hz. Ömer'in Ölüm Döşeğindeki Sözleri


Hz. Ömer'in Ölüm DöşeğindekiSözleri

Vefatı esnasında Hz. Ömer oğluna
şunları söylemiştir: “Ey oğlum! Vefat
edeceğim esnada dizlerini sırtıma
dayamak suretiyle yönümü kıbleye
doğru çevir. Sag elini alnımın, sol
elini de çenemin üzerine koy.
Ruhum çıkınca da gözlerimi kapat.
Kefenimde aşırıya kaçma. Çünkü
Allah, katında bir değerim varsa
bana bundan çok daha hayırlısını
verecektir. Şayet bir değerim yoksa
o kefeni de alıp beni öylece
bırakacaktır. Mezarımı da çok geniş
kazmayın. Çünkü Allah katında iyi
kimselerdensem O, mezarımı benim
için alabildiğine genişletecektir.
Katında kötü kimselerden isem o
zaman da mezarımı kaburgalarımı
birbirine geçirecek şekilde
daraltacaktır. Sakın cenazem
götürülürken hiç bir kadın onu takip
etmesin. Sakın beni, bende
bulunmayan meziyetlerle övmeye
kalkışmayın; zira Allah Teâlâ beni
sizden daha iyi tanımaktadır.
Tabutumu yüklendiğinizde beni
mezarıma hızlı bir şekilde
götürünüz. Çünkü eğer Allah katında
bir hayrım varsa beni bir an önce
ona kavuşturmuş olursunuz. Hayrım
yoksa da sizler omuzlarınızda
taşımakta olduğunuz bir hayırsızdan
bir an önce kurtulmuş olursunuz” .
- Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor:
Babam Ömer (r.a.) hastalığının
ölümle sonuçlanacağını anladığında
“Eğer bütün dünya benim olmuş
olsaydı bu çıkışın dehşet ve
kokusundan şu anda hepsini fidye
olarak verebilirdim” buyurdu. Sonra
da bacağımın üzerinde durmakta
olan başını indirmemi söyledi. Ben
de onu dizime indirdim. Bunun
üzerine “Ey Abdullah! Başımı yere
bırak!” dedi. Böylece mübarek sakalı
ve yanağı yere değecek şekilde onun
başım dizimden indirerek yere
koydum. Şöyle diyordu: “Ey Ömer!
Eğer Allah seni affetmeyecek olursa
sana ve annene yazıklar olsun!”
Sonra da Allah Teâlâ onun ruhunu

25 Aralık 2012 Salı

MERHUM HACI ZİHNİ EFENDİNİN HAL TERCÜMESİ



Müellifin ismi (Mehmet) olup (Zihni) mahlası, hocası tarafından konmuştur. (Hacı Zihni Efendi) diye anılır ve tanınırdı.
1262 hicrî senesinde (1845) İstanbul'da doğmuştur.
Babası, Mülkiye kaymakamlarından Mehmet Reşit efendi, anası Güzide Gülsüm hanımdır.
Cami derslerine devam ile, ulûmu âliye şahadetnamesi demek olan (icazetnamei - esâtize) yi ihraz etmiştir. Arapça ve Türkçe, telif ve. tercüme suretiyle bir hayli eserleri vardır.
Hayatını tetebbü, telif ve tedrise hasretmiştir. Evinde veya vazifesi başında olmadığı zaman, umumî kütüphanelerde bulunurdu. Evinde, ailesine ayırdığı mahdut fakat şefkat dolu zaman haricinde vakti, ibadetle, tetebbû ile ve yazmakla geçerdi. Az uyurdu. (Şâbânî) tarikatına mensup idi İlmi ile âmildi. Ciddîlik, samimîlik, edep ve terbiye, çalışkanlık, şefkat, hamiyyet, kendisinde kemâliyle bulunan vasıflardandı.
Resmî Hayatı:
1280 hicrî senesinde (1864) Bâbıâlide Meclisi Vâlânın mazbata odasına devama başlamış, 1868 de Matbaai - Âmire Takvimi Vakayi kitabet ve musahhihliğine geçmiştir. 1878 senesinde Mektebi Sultanî (Galatasaray) ulûmu - arabiye ve diniye muallimliğine tâyin olunarak 1879 da Matbaai Âmiredeki vazifesinden istifa etmiştir. 1883 de, Mektebi Sultanîdeki muallimliği uhdesinde kalmak üzere, mülkîye mektebinin usulü-fıkıh muallimliğine tayin olunmuştur. 1891 de Maarif Nezareti Reisliğinde beş âzadan mürekkep olarak teşekkül eden «Tetkiki-Müellefat» komisyonu âzalığına tâyin olunmuş ve Mülkiye Mektebindeki vazifesine arabî muallimliği ilâve edilmiştir. 1895 senesinde Mülkiyedeki dersine «fıkıhı-şerîf» ilâve olunmuş, bunun üzerine arabî muallimliğini terketmiştir. Aynı sene, uhdesindeki vazifelere halel gelmemek üzere, «Meclisi - kebiri maârif» âzalığına tâyin edilmiştir. 1903 te Maârif Nezareti Encümeni-Teftiş ve Muayene Reisliğine tâyin edilmiştir. 1908 de Mülkiyedeki muallimliğini terketmiştir. Aynı sene «Meclisi - Kebiri - Maârif» âzalığına avdet etmiştir. Bu sırada sinni kanunen muayyen olan haddi geçmiş olmasına rağmen, «erbabı - fazlü - kemâl'den bulunmasına mebni, mezkûr mecliste ilmî hususlarda rey ve malûmatından istifade edilmekte olmasından dolayı, tahdidi sinden istisnası» Meclisi Vükelâca tezekkür edilmiştir.
1884 Eylülünde Stockholm'de toplanmış olan Müsteşrikin Cemiyeti ilmiyesine gönderdiği eserlerinden dolayı kendisine altın madalya verilmiştir.
Vefatı :
Son eseri olan Muhtasarat'ın tab'ına başlanıldığının on yedinci günü, 1332 hicrî senesinde (1914) irtihali vukubulmuştur. Beylerbeyinde, Küplüce camii - şerifi yanındaki kabristanda medfundur.
Matbaai - Âmire'de tab edilen (Sahihi - Buhârî) nin tashihi ile iki sene kadar meşgul olmuş, sekiz ciltten müteşekkil bu kitabın tab'ını 1315 hicrî senesinde (1898) sona erdirmeğe muvaffak olmuştur. Son zamanlarını, yine tab'ına nezarete memur edildiği Hadîs kitaplarından (Müslim) in tashihine hasretmiştir; bu kitabın hâşiyeleri kendi tetebbuları mahsulüdür. Mutadı üzere geceleri pek az uyur ve sabaha kadar evinin bir köşesinde bu kitaba hâşiye tedariki ile meşgul olurdu. Sekiz cilt üzerinden mürettep olan bu kitabın beşinci cildinin hitamına iki forma kadar kaldığı bir sırada, Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Cenâbı «Tahirül - mevlevî» nin, merhumun vefatı hakkında söylediği tarih:
Yine hayfâ ki sîne-i vatanı bir ziya-i müessir incitti
Yine bir fâzılı yegânesini ilm-ü irfân cihanı kaybetti
Son zamanlarında âlem-i islâm, ne mühim zâyiat ile bitti  
Düşdü bir nev hasâr marifete Hacı Zihni Efendi de gitti (1332)
Adne pervâz eden o ruh-i güzîn, bulsun â'Iel-meratibi âmîn.
Eserleri :
İlk eseri, on sekiz yaşında iken arapça olarak kaleme aldığı (Sarfı Arabî) dir. Basılmamıştır.
Birer sene fasıla ile, gene Arapça olarak kaleme aldığı (Teshilittahsil şerhi) ve (Şerhi ebyatı İsfehendi) de basılmış değillerdir.
(Elmunkız mineddalâl) tercümesi, basılmıştır.
(Etvakuzzehep) tercümesi, basılmıştır.
(Tuhfetülerip) tercümesi, basılmıştır.
(Feyzi yezdan): (İbnverdi) nin (Nasihatül-İhvan) kasidesinin tercümesi olup basılmıştır.
(Meşâhirinnisa) meşhur kadınlar hakkındadır; iki cilt olarak basılmıştır.
(Düstûrülmuvahhidin) itikada ve ahlâka dair olup basılmamıştır.
(Usulünnuka) usulü fıkıhtan; basılmamıştır.
(Tercümei - Tuhfetülmülûk) fıkıhtan; basılmamıştır.
(Sihamül isabe fi kenzi daavatül müstecabe) basılmıştır.
(El müntahap fi Ta'limi lûgatilarap) arapça için sarf kitabıdır. Basılmıştır.
(Kitabütteracüm) Arap âlim ve ediplerinin hâl tercümelerine dairdir; basılmıştır.
(Elmüktadap) Arapça için sarf ve nahiv olmak üzere iki cilt; basılıdır
(Elgazı fıkhiye) fıkıh kitabıdır; basılmıştır.
(Elkavlülceyyid) meşhur Arap beyitlerinin şerhi ve izahı. Basılmıştır.
(Elhakâyik) ilmi hadisdendir. İki cildi hayatında basılmıştır. Kalanı, el yazısı ile, vefatından sonra Diyanet İşleri Reisliğine tevdi edilmiştir.
(Elmüşezzep) yahut Elmürteep Arapça için sarf ve nahiv kitabıdır; basılmıştır.
Nimet-i islâm adı altında telif edilmiş ve basılmış eserleri:
Akaid-i İslâmiyye
Kitab-ut-tahare,
Kitab-us-salât
Kitab-us-savm
Kitab-uz-zekât
Kitab-ul-hac
Kitab-un-nikah
(Elkavlüssedid fi ilmi-tecvid) yahut (Tecvidi cedid). Tecvid kitabıdır; basılmıştır.
(Elmuhtasarat): Kitab-ut-tahare, Kitab-us-salât, Kitab-us-savm, Kitab-uz-zekât, ve Kitab-ul-hac adındaki beş eserinden ihtisar yolu ile telif edilmiştir. Basılmıştır.
$
«İslâm nimetinden dolayı Allaha hamd olsun. İnsanlığın göz bebeği ve efendisi olan Resûlüne, Resûlünün değerli âline ve büyük ashabına salât ve selâm olsun.»
Ehl-i İslâmın, kabul ve doğruluğuna kat'î olarak inandıkları umûrdan ibarettir ki, aşağıda beyan olunan tarif ve izahlarda görülecektir.


SALÂH BİLİCİ KİTABEVİ
Ordu cad. Hasan Paşa Han No: 19 Bayazıt-İstanbul

24 Aralık 2012 Pazartesi

zikir ve dua


279. Zikrin efdali Lâ ilâhe illallah, Duânın efdali Elhamdü lillah’dır. (İhya C.4 S.157)
280. Sabahın ilk vaktinden gün doğuşuna kadar Allah’ı zikredenlerle bir arada bulunmak benim için dört köle âzat etmekten daha sevimlidir. (İhya C.1 S.85)
281. Cennet bahçelerine uğradığınızda faydalanın.“-Cennet bahçeleri nerelerdir?” suâline: “- Zikir meclisleri” buyurdular. (İhya C.1 S.90)
282. Ey Âdemoğlu, sabah ve ikindi namazlarından sonra birer saat beni zikret; bu iki vakit arasına ben kefî-lim. (İhya C.1 S.975)
283. Gafiller arasında zikreden, kuru çalılar arasında yeşil ağaç gibidir. (İhya C.1 S.847)
284. Kulum beni zikredip dudakları benim için kıpır-dadığı müddetçe kulumla beraberim. (İhya C.1 S.847)
285. Ademoğlu, zikrullahdan daha ziyâde kendini Al-lah'ın azabından koruyacak bir amel işlememiştir. (İhya C.1 S.847)
286. Allah'ı akşam sabah zikretmek, Allah yolunda kılıçların kırılmasından ve saçarcasına mal infak etmek-ten hayırlıdır. (İhya C.1 S.849)
287. Allah rızâsı için toplanıp zikredenlere, göklerden bir münâdî: “Yerinizden mağfiret edildiğiniz halde kal-kın, Muhakkak günâhlarınız sevaba çevrildi” der. (İhya C.1 S.851)
288. Salihlerin (zikir) meclisinde bir defa bulunmak, bir milyon kere kötü meclislerde bulunmanın hatalarını bağışlatır. (İhya C.1 S.852)

Zekat ve Sadaka



236. Allahü Teâlâ kime mal verir de, zekâtını vermez-se, kıyâmet günü o malı, iki yanında. iki boynuzlu ve zehirli bir yılan sûretinde olur. İki gözleri üzerinde iki siyah noktası olduğu halde, kıyâmete kadar boynuna do-lanır ve dudaklarını ısırıp “İşte ben senin malın ve istif ettiğin paralarınım” der. (İhya C. 4 S. 9561)
237. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, onlar büyük hüsrandadır... “Ebû Zer R.A. “Onlar kim Yâ Resûlallah?” dedi. “Bol mal ve servete sahip olan zenginlerdir. Ancak önden, arkadan, sağdan ve soldan verenler hâriç... Onlar da azdır. Zekâtı verilmeyen koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar kıyâmet günü daha semiz ve besili olarak gelip sâhibini boynuzuyla süser ve tırnaklarıyla çiğner. Biri gidince diğeri gelir. Hesap bitinceye kadar böyle devam eder. (İhya C.1 S. 577)
238. Allah’ın rahmet gölgesinden başka gölge bulun-madığı günde Allahü Teâlâ yedi kimseyi gölgelendirecek: Bunlardan birisi de sağ elinin verdiğini sol eli duymayan-dır. (Sadakayı gizli verin) (C.1 S.595)
239. Seneyi doldurmayan malın zekâtı yoktur. (İhya C.1 S. 580)
240. Her iyilik bir sadakadır. Hatta kişinin kendi nefsi-ne, âile efrâdına infak ettiği de sadaka olarak yazılır. (İhya C.3 S. 545)
241. Gizli sadaka Allah’ın gazabını söndürür. (C.1 S.595)
242. Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden o hayrı işlemiş gibidir. (İhya C.3 S. 546)
243. Sadakanın efdali, fakirin gücü nisbetinde, başka bir fakire verdiği sadakadır. (İhya C.1 S. 594)
244. Üç şey iyilik hazinelerindendir. Bunlardan biri de, verdiği sadakayı gizlemektir. (İhya C.3 S. 594)
245. Hêlâlinden kazandığı malından infak edene müj-deler olsun. (İhya C.3 S. 603)
246. Yarım hurma ile de olsa cehennem ateşinden ko-runun. Onu da bulamazsanız tatlı ve güzel söz söyleyin. (İhya C.1 S.624)
247. Sadaka yetmiş şerrin kapısını kapatır. (İhya C.1 S.626)
248. Gizli sadaka aziz ve celîl olan Allahü Teâlâ’nın gazabını teskin eder. (İhya C.1 S.626)
249. Kıyâmette hesap görülünceye kadar herkes sada-kasının gölgesinde olacak. (İhya C.1 S.626)
250. Faydalandığınız her ferdin fıtır sadakasını verin. (İhya C.1 S.585)

Hazreti Ali’nin Rüyası ve Hazreti Ömer’in Kerameti


Hazreti Ali (r.a.) Efendimiz bir rüya görüyor.
Rüyasında Peygamber Aleyhisselam'ın arkasında namaz kılıyormuş. Namazdan sonra bir cariye elinde hurmalarla Peygamberimiz'e doğru gelmiş. Hz. Peygamber o hurmalardan bir tane alıp Hz. Ali Efendimiz'e vermiş. Bir tane daha alıp onu da vermiş. Ali Efendimiz diyor, ki:
- Uyandığım zaman hem hurmanın tadı damağımdaydı, hem de Hz. Rasulallah'ın hasreti içimdeydi.
Çünkü hadise Peygamberimiz'in vefatından sonra oluyordu.

hikaye


Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde
yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola
koşuşuyordu.
Yanına sokularak:
Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var
Sıcak bir tebessümle:
Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir
araba arıyorum.
Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde
size haber veririm.
Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin
altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları
pembe pembe olmuştu.
Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati
bitmeden dolaşmak istemiştim.
Saatime baktıktan sonra:
20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba
bulunmuyor.
Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi
zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin
bir anda hücum ettiğini gördüm.
İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:
İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı
Ön koltukta oturanı:
Hak istiyorsan Hakkâriye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki
haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.
Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve
sinirlerim allak bullak olmuştu.
Sakinleşmeye çalışarak:
Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin
hastahaneye yetişmesi gerekiyor.
Bu defa şoför lâfa karışıp:
Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi
hastahaneye uçuverir.
Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına
baktım, tevekkülle susuyordu.
5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve
şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı
ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik
trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.
Şoför:
Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.
Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra
döndüğünde:
Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.
Heyecanla:
Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı
Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği
hastahaneye kaldırmışlar.
Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler
mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.
Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:
Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla
çarpış. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir
kamyonla.

23 Aralık 2012 Pazar

okuyalım


Öyle bir gece ki gecelerin en güzeli…
Güzelliği O’ndan gelen…
Hz. Aişe’nin dizlerine yaslamıştı mübarek başını…
Gökyüzünü seyrediyorlardı…
Biraz sonra Hz. Aişe’nin gözyaşlarının yüzüne damladığını fark
etmişti…
- Niçin ağlıyorsun ya Aişe dedi…
Dedi ki En Sevgili’nin Sevgilisi…
- Ya Rasulallah, bir Ay’a bakıyorum birde sizin yüzünüze, sizin yüzünüz
Ay’dan daha parlak!..
Ve cevap verdi Güllerin Efendisi…
- Bilmez misin ya Aişe Ay nurunu benden alır…
İşte bu yüzden Ay’a her baktığımızda Ay yüzünü görmek ister salâvat
getiririz…
Allahümmesalli Alâ Seyyidina ve Nebiyyina Muhammed

Kur'an'da adı geçen peygamberler



Kur'an'da adı geçen peygamberler : Vikipedi, özgür ansiklopediAtla: kullan, ara Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
İslam

İnançlar[göster]Allahın birliği ·Peygamberler ·Kutsal Kitaplar ·Melekler ·Kader ·Kıyamet günü
İbadetler[göster]Şehadet ·Namaz ·Oruç ·Zekât ·Hac
Metinler & Hukuk[göster]Kuran ·Sünnet ·Hadis ·Fıkıh ·Şeriat ·Kelâm
Tarih & liderler[göster]Zaman dizini ·Muhammed bin Abdullah ·Ehli Beyt ·Sahabe ·Dört Halife ·İmamiye ·Hilafet ·İslam'ın yayılması
Mezhepler ve Ekoller[göster]Sünni ·Şia ·Tasavvuf ·İbadiyye ·Kadıyanilik ·Kurancılık ·NOI ·Ilımlı İslam
Kültür & toplum[göster]Eğitim ·Hayvanlar ·Sanat ·Takvim ·Çocuk ·Dava ·Demografi ·Bayramlar ·Camiler ·Kurban ·Felsefe ·Siyaset ·Bilim ·Kadın
Ayrıca bakınız[göster]Diğer dinler ·Sözlük
İslam Portalı
g ·t ·d

Kur'an'da adı geçen peygamberler, İslam peygamberlerinin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed'dir. Bu ikisi arasında birçok peygamber gönderilmiştir. Ancak bu Peygamberlerden 25 tanesi Kur'an'da yer almaktadır. Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed! And olsun, senden önce de birçok peygamber gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık." [1]

Kur'an'da adı geçenlerin kronolojik sırasıyla isimleri şöyledir:

1 Âdem, Kur’an’da adı 25 defa geçmektedir. İlk insan, ilk peygamber, ilk örtünen, toprağı ilk işleyendir. Allah onun cesedini topraktan yaratmıştır. Daha sonra eş olsun diye Havva’yı yaratmıştır. Kendisine kitap olarak 10 sayfa verilmiştir.

2 İdris, Kur’an’da adı 2 defa geçmektedir. Astronomi ve matematikle ilk uğraşan, ilk defa iğne ile dikiş diken ve elbise yaparak giyen, ölçü ve tartı aletlerini ilk defa kullanan, ilk yazı yazanın O olduğu rivayet edilir. Kendisine 30 sayfalık suhuf indirilmiştir.

20 Aralık 2012 Perşembe

hikaye


Kenan'ı uzun uzun düşünceler bekliyordu şimdi. 2 yıldır sürdürülmüş bir AŞK vardı ortada ya evlilikle tamamlanacaktı ya ayrılıkla. Ailesine Beyza'nın başörtülü olmadığını söylemek kolay olmayacaktı. Hele bir de Namaz kılmadığını bilseler hayatta gitmezlerdi kapılarına. Bir çıkış yolu lazımdı , bunalmıştı..

Mutfağa gitti ve bir fincan kahve aldı. Saat 03: 20 civarındaydı. Tam zamanı diye düşündük...onuşmanın. Cesaretini topladı ve hızlıca indi merdivenleri. Tam tahmin ettiği gibi annesi Fatma Hanım seccadesini sermiş Rabbi ile meşguldü. Televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu ve bir müddet bekledi Kenan. Annesinin selam verişiyle birlikte kalbi bedenini delecekmişcesine hızlı atmaya başladı.. Derin bir nefes ile birlikte :

-Anne biraz konuşabilir miyiz ?
+Elbette oğlum. Çıkar bakalım dilinin altındaki baklayı.
-Biliyorsun anne yaşım 25 Sende diyorsun evlen , evlen diye. Nasıl denir bilmiyorum.
+Anladım , anladım kızarmandan. Kim bakalım bu kız tanıyor muyuz ?
-Yok anne tanımazsınız , bizim okuldan. Yalnız şöyle bir mevzu var ; Kapalı değil.
+Ne , ne , neee !
-Anne hemen sinirlenme. Kalbi gerçekten temiz. Sadece yaşadığı çevrede aşkı öğretmemişler..
+Olmaaaz. İmkansız ! Hemen o kızı bırak , baban sakın duymasın.
-Ne yani konuşmayacak mısın , tanışmayacak mısın ? Senin bu tutumun yüzünden Ayet'lerden soğumasından korkmuyor musun ? Annee , böyle yaparak birşey kazanamazsın , kazanamayız.
+Sen bizim sülalemizde başı açık birini gördün mü ? Ne der teyzenler , halanlar düşünmüyor musun ?
-Anneeeeeee. Yeter ya yeter. Hep o ne der bu ne der diyerek yaşayamayız !
+Bağırma baban uyanacak şimdi.
-Ben gidiyorum yatmaya. Babama söylersin sen , haftaya gideriz istemeye.

Offf.. Herşey neden böyle ki. 'ALLAHım bir çıkar yol göster. Biliyorum , Harama düşüşlerim yüzünden bu imtihan. Biliyorum suçum çok. Üzgünüm.. Başka Günahlara düşürme , onu bana Helal eyle. Sana yakışacak güzellikte olsun benim gelinim'

2 sene sonra..

-Hayatım bugün pazar gezmeye gidelim mi lütfeeeen. Çok bunaldım ben. Tek başımayım evde sensiz zaten bütün gün.
+Oyy , oyyy kıyamam ben bitaneme. Hazırlan hadi.
-Aşkım.
+söyle canım benim.
-Şeyy.. Anneni arasana belki bugün görüşmek ister bizimle.
+Olmuyor Beyza , olmuyor işte. Görüşmek istemiyor hala.
-Herşey benim yüzümden. Böyle olsun istememiştim ki..
+Düzelecek aramız git , hazırlan ve mutlu olarak geri dön.

Yatak odasına girdi Beyza. Aynanın karşısına geçti , saçlarını taradı bir güzel. Dikkatlice izledi kendisini. Evet dedi evet tam vakti.. Dün alışveriş yaparken aldığı eşarbı çıkardı çekmeceden , gözleri doldu. Nefsine çok ağır geldi başına takmak ama bunu yapmalıydı. Mecbur hissediyordu kendini artık. Kenan'ın gizlice ettiği dualar ,kulaklarında çınlıyordu. Onun üzülmesine dayanamıyordu. Derin derin nefes aldı , yüzünde acı bir tebessüm vardı. Huzurlu gibi davranmak zorundaydı.

+Hayatım hadiiiii..
-Geldim aşkım geldim , sen ayakkabılarını giymeye başla.
+Ooooo güzelim hep böyle yapıyorsun ya ben içeriye gidip tv izleyim biraz. Aa aa aaaaşkımmmm inanmıyorum sana.

Ağlamaya başladı Beyza. Mutluluktan olduğunu zannediyordu Kenan , sıkı sıkı sarıldı yarine.. Fatma Hanımın istediği olmuştu , barışma vakti gelmişti. Çalınan kapı , uzatılan bir el. elhamdüLİLLAH dedi Kenan , herşey yoluna giriyor artık. Hasret vuslatla sona eriyordu , gülücükler yükseliyordu gökyüzüne. Annesinin evinde , kendi odasında eşiyle kalmak çok mutlu etmişti Kenan'ı. Odanın her köşesini anlattı uzun uzun.. İlk seninle konuştuğumuzda telefonda buradaydım , ilk senin için burada ağladım , ilk mesajı burda yazdım , ilk duamı burada ettim..

Gece'nin en zifiri anında bir çığlık yükseldi semaya. Korkuyla salona koştu herkes. Fatma hanım seccadenin başında , gözlerinde yaş hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

-Anneeee. Annee ! İç su suyu kendine gel , ne oldu ?
Beyza sararmıştı , titriyordu birazda.. Kısık bir sesle :
+Sizde değil mi ?
-Affet kızım beni , affet..
+ALLAH hepimizi affetsin..
Kenan şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İlk defa Beyza ve Annesi böylesine yakındılar , ilk defa böyle sevgi dolu bakıyordular..

Bilmedikleri şuydu : Fatma hanım Namaz kılarken uyuyakalmış ve Beyzanın kendisinden çekindiği için örtüyü taktığını görmüştü. Bu yüzden hz Muhammed /sav ona cemalini göstermiyordu. ALLAH istese yeryüzündeki her canlı örtüye bürünürdü. Asıl mesele AŞK'tı , Hakka hakkıyla bağlılıktı.. Beyza'da yüreğinin kırgınlığına dermanı ashablarla buluyordu. Kimse ona tebliğde bulunmamıştı. Evet suçluydu , araştırmamıştı ama kimse de ona bildiklerini anlatmamıştı. Taaa ki hz Fatıma'dan dinleyene kadar..

16 Aralık 2012 Pazar

AMİN

HİCRİ SENE SONU DUASI


Hicri Sene sonu Duası

2012 Hicri senebaşı ne zaman (15 kasım 2012 perşembe - 1 muharrem 143)
sene sonu ve sene başı duasının faziletlerini içeren cübbeli Ahmet hoca videosunu
sene başı duası konumuzda paylaştık. sene sonu duası ne zaman okunur faydaları nelerdir faziletleri filan hepsi bu fotoğrafta yazıyor. latince okunuşunu türkçe yazılışını da birazdan akşam namazından sonra ekleyeceğim inşallah. alıntıdır    http://elestiriyoruz-dervis.blogspot.com/






Hz.Ömer (r.a.)


Hz.Ömer (r.a.) tayin ettiği valilerden
biri, Cuma hutbesi esnasında
Hz.Ömer'i öyle överki, bir Sahabi
dayanamaz, kalkar, valiye müdahale
edip, onu susturmaya çalışır.
Namazdan sonra durum Hz.Ömer'e
iletilir. Halifenin emriyle valiye karşı
gelen adam yakalanıp bir suçlu gibi
götürülür.
Suçlu kabul edilen Sahabi,
Hz.Ömer'in huzuruna girince selam
verir. Hz.Ömer (r.a.), hiddetinden
selama mukabelede bulunmaz. Onu
azarlar.
Bunun üzerine sahabi:
- Ya Ömer! Ben bir suç işlediysem,
sen iki suç işledin, diyince
Hiddeti birden kaybolan Hz.Ömer
(r.a.):
- Nedir benim o iki suçum?
- Allah'ın selamını verdim de çok
hiddetlendiğin için mukabelede
bulunmadın. Vacibi terkettin. Bu
bir. Suçluyu dinlemeden tek taraflı
hüküm verdin. Bu da iki.
Hatasını anlayan Hz.Ömer (r.a.)
olayı anlatmasını isteyince,
Sahabi:
- Tayin ettiğin vali, hutbede seni
öyle övdü, öyle övdü ki bu söz,
cemaatin üzerinde sanki fazilet
yönünden senin Hz. Ebubekir'den
daha üstün olduğun izlenimini
bıraktı. İşte bu yanlış düşünceyi
zihinlerden silmek için müdahale
ettim. Halbuki sen fazilet yönünden
Hz.Ebubekir'in yarısı kadarsın.
Hz.Ömer (r.a.)
- Neden?
Sahabi:
- Orduya yardım ediniz ! emri-i
peygamberi karşısında sen
servetinin yarısını getirmiştin.
Hz.Ebubekir ise servetinin tamamını
getirmiş ve Ashabın gözlerini
yaşartmıştı. Bunun üzerine Hz.Ömer
(r.a.), o zattan özür dileyip dua
istedi ve onu serbest bıraktı. Böyle
konuşan valiyi ise hemen görevden
azletti.

9 Aralık 2012 Pazar



                                    Endonezya DaKI tusunamı de sadece ayakta kalan mescıdler oldu 

Veysel Karani Hazretlerine sorarlar


Veysel Karani Hazretlerine sorarlar;
"Nasılsınız?"
Cevap manidardır;
"Akşama çıkıp çıkamayacağını bilemeyen bir insan nasıl olursa."
Sevenleri ısrarla kendisinden bir nasihat duymak isterler..
O gülümser ve
-ALLAH'ı bilir misiniz?
-Evet biliriz...
-Öyleyse başka şey bilmeseniz de olur.
-Efendim bir nasihat daha...
-ALLAH sizi bilir mi?
-Elbette bilir .
-Öyleyse başkaları bilmese de olur ...

Bilal ile Rabia






Bilal ile Rabia.. 
Bilal 25 yaşında yakışıklı bir gençti... Adını dedesi koymuştu, Bilal-i Habeşi gibi olsun diye.. Evet sesi Hz. Bilal gibi güzeldi, fakat sesini helal olmayan yerlerde kullanıyordu Bilal.. Konservatuar öğrencisiydi.. Te
k hayali büyük bir şar...kıcı, popstar olmaktı.. Öyle güzel sesi vardı ki, şarkı söylemeye başlayınca bütün üniversite başına toplanır Onu dinlerdi..

Okulda neredeyse çıkmadığı kız kalmamıştı.. Herkes Onun karizmasına hastaydı.. Böylesine gözde olmak Bilal'in hoşuna gidiyordu..

Birgün okulun bahçesinde arkadaşları ile oturuyordu.. Yanlarından baştan başa edep timsali bir kız geçiyordu.. Şöyle bir konuşma geçti ;

-Ahh ulan ah! Şu kızı bir tavlayamadık,.
-ne inatçı bir kız..
-inatçı olduğu kadar da güzel..

Bilal hem konuşulanları dinliyor, hemde daha önce görmediği bu kızı süzüyordu.. Üzerinde ayağına kadar inen bir pardesü, omuzlarına düşmüş başörtüsü ve edebi ile yürüyordu başı önünde.. Bilal atıldı ortaya ;

-Hadi iddiaya girelim, ben bu kızı tavlarım,.
-yapamazsın heveslenme..
-Hiç kimseyle konuşmaz O..
-Olsun ben tavlarım diyorsam tavlarım..

Ertesi gün Bilal, adını bile bilmediği kızı takip ediyordu.. Onu tek başına otururken yakalayınca hemen yanına gitti..

-Af edersiniz, biraz konuşabilir miyiz?
-sizinle konuşmam uygun değil, diyerek kalktı yerinden kız..
Bunu birkaç kere denedi olmadı.. Artık arkadaşları Bilal ile dalga geçmeye başlamışlardı.. Kafaya koymuştu Bilal, arkadaşlarına rezil olmamak için herşey yapardı.. Başarılı olamayınca arkadaşlarına "Ben kızı tavladım, utanıyor.. Gizli kalsın istiyor" falan gibi yalanlar söylemişti.. Ama inanmadilar, kanıt istediler.. Bilal'in aklına harika bir fikir gelmişti..

Ertesi gün kızı yine tek başına otururken yakaladı, ve konuşmak istediğini söyledi.. Kız kalkıp gidecekken "Ben NAMAZ kılmak istiyorum, bana öğretir misin" dedi.. Kız durakladı.. Bilal'e döndü "Hiç erkek arkadaşınız yok mu namaz kılan.. Ben yardımcı olamam kusura bakmayın.. Bir imamın yanına gidin".. Yine gitmeye hazırlanırken Bilal "ALLAH RIZASI için" dedi.. Kız artık adım atamazdı.. Çünkü Rıza denmişti.. Bilal bir çay bahçesinde oturup konuşmayı teklif etti.. Mecburen kabul etti kız.. Oturdular.. Önce adını sordu.. Adı Rabia'ydı.. Ne de güzel ismi vardı.. Ama hiç Yüzüne bakmıyordu.. Bilal bu durumdan rahatsız oluyordu.. Onlarca kız kendinin peşinde koşarken bu kıza ne oluyordu da yüzüne bile bakmıyordu.. Rabia sanki bir alim gibi Bilal'e namazı anlatıyordu.. Oysa Bilal'in kafası başka yerlerdeydi.. Tuzaklar kuruyordu.. O sırada sıcak çayı eline dökmüş gibi yaptı ve can havli ile (sözde) yanan elini sallamaya başladı.. Panik olmuştu Rabia.. Onun bu halini görünce farkına bile varmadan "birşey oldu mu" diyerek elini tuttu.. Tam o sırada ağaçların ardında gizlice bir poz patladı..

Ve ertesi gün.. Bilal ve arkadaşları oturmuş kahkaha ile gülüyorlardı.. Arkadaşları "Helal olsun sana, nasıl da ayarlamış kızı.. Biz de kızı namuslu birşey sanırdık,. El ele göz göze" diyerek hayretler içinde resme bakıyorlardı... Kısa sürede tüm okul duymuştu bunu.. Okulun en dürüst bilinen kızı, bir erkekle çay bahçesinde el ele, göz göze yakalanmıştı...

Ve Rabia.. Söylentileri duyunca beyninden aşağı kaynar sular dökülmüştü.. Herkes kendisi ile dalga geçiyordu.. Nasıl olmuştu bu.. Nasıl da inanmıştı.. Bilal'i buldu hemen, yanına gitti.. Bu defa gözünün içine bakıyordu Bilal'in.. Hem de ne bakış.. Bilal erimişti bu bakışlar karşısında.. Konuşmuyordu Rabia.. Ama bakışları feryad ediyordu.. Konuşmadan ayrıldı oradan...

Bir gün.. İki gün.. Üç gün derken tam bir hafta olmuştu Rabia okula gelmiyordu.. Bilal'in gözü her yerde Onu arıyordu.. Çünkü o bakışı hiç unutamıyor, rüyalarına giriyordu.. Bulmalıydı Rabia'yı.. Özür dilemeliydi.. Çünkü AŞIK olmuştu..

Uzun uğraşlar sonucu buldu Rabia'yı... Evinin kapısını çaldı.. Rabia karşısında Bilal'i görünce ne yapacağını şaşırmıştı.. BUYRUN dedi başını eğdi.. Bilal hiç lafı dolandırmadan

"Benimle evlenir misin Rabia" dedi..

"Bu kez ne tuzaklar kuruyorsun" diyerek kapıyı suratına kapatmıştı Bilal'in...

Vakit ikindi vaktiydi.. Rabia namaz kılmak için ezanı bekliyordu.. Ve bir ses yükseldi ilerdeki minareden.. Bu nasıl bir sesti böyle.. Öyle içten öyle güzel okuyordu ki insanı mest ediyordu.. Sanki Bilal-i Habeşi'yi dinliyordu Rabia... Ezan bitmişti.. Ama doymamıştı Rabia.. Tekrar tekrar dinlemek istiyordu ezanı.. Sonra minareden bir ses geldi.. Bilal'di bu.. Şöyle diyordu..

"Rabia! Her şer'de bir hayır var derler.. Bunlar olmasaydı ben Namaz'a başlamış olmayacaktım.. Senin o bakışın beni doğru yola iletti.. Ne olur Mirac'ta hediye edilen namaz hürmetine affet beni.. Okunan ezanlar hürmetine affet beni.. "

Gözyaşları içinde camiye koştu Rabia.. Birkaç kişi vardı zaten cemaat olarak Bilal de içlerindeydi... Bitirmelerini bekledi.. Namaz bitmiş herkes dağılmıştı.. En son Bilal çıktı kapıdan.. Rabia koştu yanına.. "Keşke bütün herkese duyurmasaydın bütün bunları".. "Özür dilerim, arkadaşlarla iddiaya girmiştik.. Ahmaklık ettim" dedi Bilal..

Rabia: "Hayır onu demiyorum.. Minarede söylediklerin"..

Bilal hiçbir şey anlamıyordu.. "Ben ezan okudum, bunda ne var ki"..

Şaşkınlık sırası Rabia'daydı.. Yoksa hayal veya rüya mıydı duydukları..

"Ne söyledim ki Rabia" diye sordu Bilal, duyduğu herşeyi anlattı...

Bilal şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu.. Rabia'nın söylediği herşey ezandan sonra ellerini açıp minarede yüreğinden ettiği dualardı.. Nasıl duymuştu bunu Rabia.. Elbette ki Alemlerin Rabbi olan ALLAH duyurmuştu.. "Hamd olsun Alemlerin Rabbi'ne" dedi.. Ve olanları Rabia'ya da anlattı.. Artık ikisi de biliyordu ki ALLAH onları birbirine yazmıştı...

Bilal tekrar sordu "Rabia herşeyi unutup benim helalim olur musun" dedi...

Rabia gülerek "Akşam bize gel babam versin cevabını" diyerek oradan uzaklaştı..




7 Aralık 2012 Cuma

HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?



HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?
Çok konuşmazdı. 
Daima düşünceliydi. 
Kötü söz söylemezdi. 
Kimseyle çekişmezdi. 
Her zaman ağırbaşlıydı. 
Boş şeylerle uğraşmazdı.
Dünya işleri için kızmazdı.
Lüzumsuz yere konuşmazdı.
Umanı umutsuzluğa düşürmezdi.
Kimsenin kusurunu araştırmazdı.
Affediciliği tabi idi, intikam almazdı.
Vakar ve sükunetle rahatça yürürdü.
Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi.
Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.
Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi.
Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.

Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü.
Konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı.
Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sıradan değildi ama sıradan insanlar gibi yaşardı.
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Kelimeleri, parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu.
Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.
Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.
Yanında en son konuşanı ilk önce My gibi dikkatle dinlerdi.
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iç gibi öğe doğru eğilirdi.
Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.
Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı.
Dostlarına şöyle derdi: "Dünyada garip bir kimse, yahut bir yolcu gibi ol." 

CUMA NAMAZI NASIL KILINIR..


CUMA NAMAZI NASIL KILINIR..


Cuma günü 16 rekat namaz kılınır. [Bunun iki rekatını kılmak farzdır. Öğle namazından daha kuvvetli farzdır.] Bunlar sırası ile şöyledir:

1- Önce, Cumanın dört rekatlık ilk sünneti kılınır. Bu sünnet, öğle namazının ilk sünneti gibi kılınır. Sonra, cami içinde ikinci ezan ve hutbe okunur. Hutbe okunduktan sonra, ikamet okunup, cemaat ile Cuma namazının iki rekatlık farzı kılınır.

bu çok güzel olan duaya amin diyelim


bu çok güzel olan duaya amin diyelim

Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Ey Tövbeleri kabuleden ve Dualara icabet eden Rabbimiz! Sana yöneldik. Efendimizi şefaatçi yapıyor, ellerimizi O'nun mübarek ellerinin altında tutuyor ve istedikl
erimizi böylece istiyoruz.
Ey Rabbimiz! Ettiklerimize binlerce tevbeler olsun. Günahımız çoktur ama, Senin rahmetinde her şeyi aşkındır, her şeyi kuşatmıştır. Rahmetin gazabını geçmiştir. Bize rahmetinle muamele eyle.

Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp, bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak, gönülleri pak olan, sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat. O'nun yanında cennete girmeyi, mübarek Cemalini görmeyi, Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasib eyle .

Ey Rabbimiz! Mülkün sahibi sensin. Dilediğine mülkü verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Bütün hayırlar, iyilikler senin elindedir. Sen her şeye Kadirsin, Sen Lütfedensin bize dünyada ve ahirette iyilikler ver.

Ey Rabbimiz! Bizim ve çocuklarımızın kalplerimize İslam nurunu, Kuran hidayetini bahşeyle. Bütün soyumuzu İslam’a ve Kur’ana bağlı insanlar eyle. Hepimizi müslüman olarak yaşat. Bizi dünya ve ahiret mutluluğuna nail eyle .

Ey Rabbimiz! Habibin Muhammed Mustafa(sav) yüzü suyu hürmetine; müslümanların kalplerindeki her türlü ayrılık tohumlarını gider. Bizi ashab-ı kiram gibi birbirine dost ve birbiri için yaşayan insanlar eyle .

ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP


ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun 
yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz ama görünmez göster de inanalım."
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.
O;