4 Mayıs 2012 Cuma
Uzun yazıları sıkılıp okumamak gıbı bır durumumuz mevcut bılıyorum ama sıddetle tavsıye ederım kardeslerım !
Bütün hamdler şerleri hayra çeviren Allah-u Te‛âlâ’ya
mahsustur. Sınırsız salat-ü selamlar en büyük
eziyetlere sabreden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve
Sellem)in ve ona vefayı şiar edinen al-i ashabının
üzerine olsun.
Geçenlerde Hinduların ölünce yakılıp küllerinin Gani Nehri’ne atıldığını, bazı Avrupalı gençlerin de oraya
gidip intihar etmek için yemekten içmekten kesilip
oradaki batıl ilahlara taparak ölümlerini
beklediklerini sonra yakılıp küllerinin o leş ırmağına
atılmasını istediklerini bir gazetede okuyunca bizi bu
dîn-i mübîn-i İslam ile müşerref kılan Rabbimizin keremine ne kadar şükretsek az olduğunu
düşündüm.
İnsan iman, namaz, oruç, hac ve zekat gibi 7 yaşında
çocuğun dahi yapacağı kadar kolay vazifeleri
yapmıyor da, gidip o kutsal sayılan, cesetlerle dolu
lağım gibi bir ırmağın etrafında aç susuz kalmaktan, ölümü beklemekten, vatanını ve akrabasını terk
etmekten zorlanmıyor. Halbuki namaz, oruç bundan
daha kolay değil mi?! Hem de insanın sıhhatli
yaşamasına vesile değil mi?!
İman yani Allâh-u Te‛âlâ gibi bir eşsiz kudret sahibine
inanmak hiçbir şeye yaramayan odunlara, tunçtan bakırdan putlara ümit bağlamaktan daha huzur verici
değil mi?!
Bazılarının dediği gibi “Herkesin inancına saygı
duyuyorum” diyemem. Allâh-u Te‛âlâ’yı bırakıp da
putlara tapmak gibi bir saçmalığa nasıl saygı
duyulur?! Aman iman nimetine çok şükredelim, bizi Müslüman yaratıp yaşattığı için Rabbimize çok hamd-
ü senâda bulunalım. Bu nimet sırf lütf-u ilâhidir. Bunu
kendimiz kazandık sanmayalım, bizi bu işe seçtiler,
zaten Rabbimiz: “Sizi O seçti” (Hacc Sûresi:78’den) kavl-i şerîfinde bu
hakikatı açıkça beyan ediyor. Kondulu Ali Efendi diye bilinen bir zat vardı, Hacı Sâlih
Efendi Hazretleri’nin de arkadaşı olan bu zata Efendi
Hazretlerimiz de çok itibar ederdi. Kondu aslında
Of’un köylerinden, fakat sonradan Suluova’da ikamet
ettiği için bu zata Suluovalı Ali Efendi de denirdi.
Bir kere Efendi Hazretlerimiz’le birlikte bu zatı ziyarete gitmiştik. Kendisi yataktan kalkamayacak derecede
ağır hasta idi, ara ara konuşuyor sonra uzun zaman
susuyordu. Her konuştuğunda iman nimetinden
bahsediyor ve “İslam memleketinde, Müslüman
anne-babadan doğduğumuz için çok hamdetmemiz
lazım, bu bizim de Müslüman olmamıza çok yardımcı oldu, çünkü hidayet Allâh’tan, küfür diyarında kâfir
anne-babadan doğan da bazen Müslüman olabililiyor
ama o da bizi mi bulacaktı, o zaman hidayet bulma
ihtimalimiz çok daha az olurdu” diye anlatıp
duruyordu.
Bu konuyu o kadar çok tekrar etti ki etkilenmemek elde değildi. Tabi o zaman çok genç olduğumdan
aynı şeyi niye bu kadar tekrar ediyor diye içimden
geçirmedim diyemem. Ama ilm-ü irfânımız arttıkça ve
yaşımız ilerledikçe hepimiz şu hakikati daha iyi
anlıyoruz ki her işi bırakıp sürekli iman nimetine
şükretsek az bile, aksi takdirde birkaç yıllık, yüz yıllık değil, sonsuz azap kaçınılmaz olarak bize yapışacak.
Furkan Sûresi’nde zikredildiği üzere:
﴿ﺎًﻣﺍَﺮَﻏ َﻥﺎَﻛ ﺎَﻬَﺑﺍَﺬَﻋ َّﻥِﺇ ﴾ “Cehennem azabı alacaklı gibi adama
yapışır.” (Furkān Sûresi:65’den)
Bu iman ki bunu son nefeste kurtarabilirsek hiçbir
amelimiz olmasa bile bizi muvakkat azaptan olmasa
bile müebbed yani sonsuz azaptan mutlaka
kurtaracak, hele bir de namaz, oruç, hac ve zekat gibi İslam şartları yerine getirilirse o zaman hiç
cehenneme uğramaksızın cennet mekânımız olur.
Bunu kazanmak için buyurun bir kelime-i şehâdet
okuyalım.
Bugün yapacağımızı yapalım, işi ileri atmayalım, sonra
çok pişman oluruz. Sa‛dî Şirâzî (Kuddise Sirruhû)nun buyurduğu gibi: “Gücün varsa şimdi iyilik yap, yarın
gücüm varken niçin vermedim, amel etmedim diye
elini ısırırsın.”
İnsanlara güvenmeyi bırakalım, Rabbimize tevekkül
edelim. Lokmân-ı Hakîm (Aleyhisselâm)ın buyurduğu
gibi: “Hazırlığın Allâh’a iman, yelkenin tevekkül olsun.”
Allâh-u Te‛âlâ’nın rüzgarı ebedî sönmeyeceği için
senin gemin de durmaz. Şairin dediği gibi:
“Takdîr-i ilâhî kuvve-i pazu ile dönmez,
Bir şem‛ı ki Mevlâ yaka, bin bâd ile sönmez.”
Yani Mevlâ’nın kaderi pazu gücü ile geri çevrilmez, onun yaktığı bir mum da bin türlü rüzgar esse
söndürülemez. Onun için tek dayanağımız Rabbimiz,
zaten öyle ama biz bunu zevken anlayalım. Hele bu
zamanın milleti tam bir münafıklık âbidesi olmuş.
Fudayl ibni ‛Iyâz (Kuddise Sirruhû)nun buyurduğu
gibi: “Âhir zaman insanları görünüşte dost, hakikatte düşman olur.”
Lalegül’de yayınlanan bir ilâhide de “Yüzleri dost,
özleri düşmandan usandım” diye doğru bir tespit
yapılıyor.
Dışarıdayken son derece hürmet eden hatta
arabamızın kapısını kapatmak için edeple bekleyen etkili, yetkili kişiler, biz kendilerine “Bizim
konuşmalarımızdan rahatsız olan çevreler bizi
susturmak için plan peşindeler” dediğimizde “Merak
etme biz varken bir oyun çeviremezler” diyenler, o
âbiler hani şimdi neredeler?! İşte onlara
güvenseydim şimdi helak olurdum. 28 şubatın baskıcı döneminde Bandırma cezaevinde
yatarken “Hasbiyallâh (Allâh bana yeter)” derken
beni hiçbir avukatın, hâkimin, yetkilinin
kurtaramayacağını bildiğim için Sulhi Dönmezer’e
bilirkişi raporu için yüklü bir para da verecekken,
kendisi doğru konuşan biri olduğundan “Hocanın kararı yukarıdan ayarlanmış, benim raporum para
etmez” diyerek bizi geri çevirdiğinden tabi o zaman
DGM yukarısının kim olduğunu biliyorsunuz, onların
da benim hakkımda hayır rüya görmeyeceği sabit
olduğundan “Allâh bana yeter” derken ve bu zikri
gerçekten inanarak ve tadını içimde bularak söylüyordum. Şimdi de değişen bir şey yok.
Bir iddianâme ki hiç alakasız, ilgisiz konular ve
konuşmalarla dolu. Sekiz kişinin tecavüzüne uğrayan
kızın şikayetçi olduğu adamlar tutuklanmadan
serbest bırakılırken bizim hakkımızda hiçbir şikayetçi
olmadığı halde fuhuşta basılan bazı kadınlar zorla şikayetçi yapılıp sonra hiç bizimle yüzleştirilmeden
yurt dışı edilip biz 5 aydır, mahkemeye kadar da 6,5
ay kadar tutuklu kalıyorsak şimdi Allâh-u Te‛âlâ’dan
başka kâfî gelecek ve “Hasbî (Bana yeter)” denilecek
kimse var mı?!
Hep beraber yedi kere “Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir” manasına gelen şu zikri okuyalım: Biraz evvel yazdığım tecavüzcülerin serbest
bırakılmasını 1 mayıs günü gazeteler yazdı,
Habertürk’ta Rahşan Hanım özellikle başlık attı. Tam
ben bu satırları yazarken 70 yaşındaki Kerem Amca
yanıma gelip “Hocam bunlar sana bir şey yapamazlar.
Sen hiç durmuyorsun, okuyorsun, yazıyorsun. Bunlar seni bitiremezler. Senin hizmetin ölmez” dedikten
sonra babasının şöyle anlattığını nakletti;
Âdem (Aleyhisselâm) vefat edeceği zaman vâsîsi olan
oğlu Şîs (Aleyhisselâm)ı çağırarak “Evladım kendin
ölürken ismini de öldürme” diye vasiyette bulunmuş.
Görüyorsunuz mahkumlarda neler var. Yani bana bile vaaz edenler var. Doğru lafa ne denir ki hikmet
nerede bulunsa alınır, kimden duyulsa uyulur.
İnşâallâh bu fâhiş zulüm de tarihe müfterîlerin
müebbed ayıbı olarak geçecek ve onlara yapılan
beddualar onları er-geç bulacak, bir zaman sonra
birilerinin kasetleri ortaya saçılınca bizim Kâbe’nin kapısında yaptığımız: “Yâ Rabbi! Kim bizim avretimizi
açmak istiyorsa, Sen de onun avretini aç” şeklindeki
bedduâmızın eseri ortaya çıkacak, bakalım o zaman
kimler rezil olacak ama bu fakirin çektiği çileler her
zaman anılacak.
Nitekim geçmişteki birçok âlimin adı bile anılmazken merhum İskilipli Âtıf Efendi’nin şânı bugün daha
ziyade yürümektedir. Bugün onun kabrini ziyaret
ederek iâde-i itibarda bulunanlar bugün aynı
hakikatleri dile getiren mazlumların
itibarsızlaştırılmasına maalesef göz yummaktadırlar.
Ama kimsenin bürokrasinin itibarına ihtiyacı yoktur, çünkü aziz ve zelil eden ancak Allâh-u Te‛âlâ’dır.
İnşâallâh darısı Menemen’de şehit edilen Esad Erbilî
Hazretleri ile Şeyh Sa‛îd Efendi Hazretleri’nin kabr-i
şeriflerinin başına, onlar da teşhir edilerek ziyarete
açılır inşâallâh.
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin kabri de belli mahfiller nezdinde malumdur. İnşâallâh yakında o da
âşikâr edilir, onu kabrinde bile rahat bırakmayıp
Urfa’daki Makam Câmii hazîresinden alıp bir tarafa
götürdüler, neresi belli değil.
Ama farkındaysanız tarihte birçok âlimin esâmesi
okunmazken İmâm-ı Âzam, Ahmet ibni Hanbel, İmâm-ı Rabbânî ve Ali Haydar Efendi gibi hapislerde
eziyet gören ve idam edilen ulemâ hiç
unutulmamaktadır. Çünkü tarih zâlimin zulmünü
tespit ederken mazlumun sabır ve vefasını da tescil
etmektedir.
Hele hakka ve ilme hizmet edenlerin ölmesi asla söz konusu değildir. Bu konudaki en güzel söz şairin: “Bazıları ölür ama ilim onların şânını diri tutar,
Cehâlet ise zaten ölü olanları (mezardaki) diğer
ölülere kavuşturur”
şiirinde ifade edilmiştir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder