Kömürü Elmasa Dönüştüren Bir Aşk Hikayesi
Her vakit görülen yeşil bir düştür Bursa. Koynunda sakladığı nice sultanları, padişahları vardır. Kâh Muradiye’de kâh Yeşil’de kâh Tophane’de mazinin sırdaşlığına sığınırken bugünü de koruyan, gözeten onlarca aziz ve eşref zatın türbesi başında duâ eder, huzur dolu limanlara yelken açarsınız.
Yolunuz şehr-i Bursa’ya düşmüşse eğer, şehrin yekûnunu kucaklayan bir tepeye kurulu, servi ve çınar ağaçlarının içinde bir gonca gibi açılmış Emir Sultan Camii ve türbesini muhakkak ziyaret etmişsinizdir. Öğrenciliğimin geçtiği bu şehirde ne zaman içimi hafakanlar bassa, önce Yeşil Camii’ne, ardından Emir Sultan Türbesine doğru yol alırdım. Caminin geniş avlusunun ortasında yer alan şadırvanın sularına bakar, ruhumun pirüpak olmasını, yüreğimin fersah fersah genişlemesini dilerdim Rabbimden, bu mübarek zatı vesile ederek. Envai çeşit insanın gece gündüz ziyaret ettiği bu âlimi, ben hep ilmî yönüyle bilirdim. Daha sonra öğrendim ki, menkıbelerde anlatılan bambaşka bir Emir Sultan (hz) var karşımda. Bir aşkın padişahı…
Camiyi ve türbeyi kocası için yaptıran Hundi Fatma Hatun’un (kendisi Yıldırım Bayezid’in kızıdır) sevgi, saygı ve şefkat dolu evlilik hikâyesi bir rüya ile başlar.
Hundi Hatun’a, rüyasında Peygamber Efendimiz (asm) tarafından bir tavsiye verilir: Emir Buhari namındaki dervişle evlenmelidir. Kimselere anlatamadığı bu rüya ertesi gece yinelenince dadısının dizinin dibinde buluverir kendini.
Dadı, hemen güvendiği adamlarını ismi zikredilen dervişi arayıp, soruşturmaları için görevlendirir. Adamlardan biri Buhara’dan Bursa’ya yeni gelmiş olan dervişin izini bulur. Buharalı bu zat o esnada çevresine toplanan ahbaplarına, “Bizim Hatun Hazretleriyle nikâhımız göklerde kıyılmıştır. İş dünyadaki akide gelip çatmıştır” derken adamlar kapıyı çalar, saraydan gönderilen bohçayı Emir Sultan’a uzatır. O, besmele çeker, bohçayı açar, içindeki mendili çıkarır. Mangalda yanmakta olan iki közü alır, mendile yerleştirerek besmeleyle kapatır. Bu cevap, gönlünün aşk ateşiyle kor gibi yandığının ifadesidir.
Dadı, mendili açtığında iki elmas bulur. Bu cevaptan gayet memnun olur ve durum Valide Sultan’a bildirilir. Olmaz, cevabını verse de Valide Sultan, Hundi Hatun çoktan aşktan bir ummanın içinde yanmaya başlamıştır.
Haber, ağızdan ağza, kulaktan kulağa hızla yayılır. Savaş meydanında cenk ederken, kızının isminin dillere düştüğünü öğrenen Yıldırım Bayezid öfkesi burnunda bir ölüm fermanı yazdırır Emir Sultan için.
Savaşın şiddetli bir çatışmaya dönüştüğü lahzada kimse yara almadan kurtulamaz. Yıldırım Han da nasibini alır. Lakin ona bakacak bir hekim dahi yoktur çevresinde. Kendisini tedavi edecek birini beklerken mütebessim çehreli bir genç gelir, yaralı bölgeyi temizler, merhem sürer, sarar. Sultan “Neredensün ey?” diye sorunca, delikanlı gülümseyerek “Buhara” der ve ortadan kaybolur.
Sultan o anda, hatasını anlar. Lâkin iş işten geçmiştir. Ölüm fermanı çoktan yerine getirilmiştir düşüncesiyle eseflenir. Yine de bir berat fermanı yazarak tez elden ulaştırması için bir güruh askeri vazifelendirir.
Allah’ın emri karşısında kulun emirlerinin ne hükmü var!
Genç âşıkların hali mana ikliminin bir başka şahı Molla Fenari’ye bildirilir. Katliâmı engellemek için yola çıkan Molla, görevli askerleri nasihatleriyle dizginleyedururken Sultan’ın adamları da yetişir berat fermanıyla. Böylece gökyüzünde kıyılan nikâh yeryüzünde de hayat bulur.
Kömürü elmasa dönüştüren bir aşkın hikâyesidir bu, ta yüzyıllar evvelinden bize ulaşan. Hundi Hatun ve Emir Sultan yan yana yattıkları tepeden her daim Bursa şehrengizini selamlamakta, incelik edip kendilerini ziyaret eden beher âdemoğlu/havvakızını sevgiyle, merhametle, duayla sarıp sarmalamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder