24 Nisan 2012 Salı

İnsanlar Yalnız İman Ettik Demekle İmtihan Edilmeden Bırakılacaklarını mı Zannederler?


İnsanlar Yalnız İman Ettik Demekle İmtihan Edilmeden Bırakılacaklarını mı Zannederler?

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine'den sahabileri ile birlikte Mekke müşriklerine ait bir kervanı ele geçirmek için yola çıkmıştı. Fakat yolda Müslümanlar kervanın ellerinden kaçtığını ve Mekke'li müşriklerin de kervanlarını korumak için büyük bir ordu ile Müslümanların üzerine geldiğini öğrendiler. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlardan bazılarının savaşa girmekten çekindiklerini hissetti. 

Bu karşılaşma Müslümanlar açısından çok önemliydi. 

Şayet Müslümanlar Mekke müşrikleriyle karşılaşmaktan çekinecek olurlarsa bu müşrikler için açık bir zafer olacak, onlara büyük cesaret verecek, onların daha büyük cürümlere kalkışmalarına sebep olacaktı. 

Yeni kurulan İslam devletinin ise itibarı sarsılacak ve çevresinde sağlamış olduğu otorite sarsılacaktı. Bu yüzden Müslümanlar için savaşa girmek kaçınılmaz bir hal almıştı.

İşte bu durumda Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları topladı ve onlarla savaş edip etmeme hususunda istişare etti. 

Muhacirlerden Ebu Bekir RadıyAllahu Anhu kalkıp güzel bir konuşma yaptı ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne derse itirazsız kabul ederiz dedi. Ömer RadıyAllahu Anhu de aynı şekilde bir konuşma yaptı. Sonra muhacirlerden Mikdat b. Amr ayağa kalktı ve şöyle dedi: 

"Ya RasûlAllah! Allah-u Teâlâ'nın sana gösterdiği şey için yürü, devam et. Biz seninle beraberiz. VAllahi Beni İsrail'in Musa'ya: 

"Sen ve Rabbin gidiniz, savaşınız, biz ise burada oturucularız" dediği gibi sana demiyoruz. 

Fakat git, sen ve Rabbin savaşınız, biz sizinle beraber savaşçılarız diyoruz. Seni hak ile gönderene yemin ederim ki sen bizi, Berki Gımad'a götürsen elbette seninle birlikte sen oraya varıncaya kadar kılıçlarımızla savaşırız."

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem on üç sene boyunca Mekke'de eğittiği muhacirlerin bu cevabı vereceklerini zaten biliyordu. 

Onlar cihadın akidelerinin pratik bir tercümanı olduğunu kavramışlardı ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu hususta onları daha önce defalarca imtihan etmişti. 

Bedir savaşından önce gönderilen seriyelere baktığımızda bunlara katılanların genelde muhacirlerden olduğunu görürüz. Zaten bu muhacirler, ailelerini, evlerini ve topraklarını terk ederek buraya gelmişlerdi. Bunun için Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların verecekleri cevabı zaten biliyordu.


Ensarlı Müslümanlara gelince; 

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlardan ikinci Akabe biatında kendisini Medine'de kendi kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi korumaları hususunda söz almıştı. Onlar: 

"Ya RasûlAllah! Memleketimize kavuşuncaya kadar sen bizim sorumluluğumuz altında değilsin. Bize kavuştuğun zaman artık sen bizim zimmetimizde ve himayemizdesin. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuz şeylerden seni de koruruz." demişlerdi. 

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlardan Medine'nin içinde kendisini korumaları için söz almıştı. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların Medine dışındaki bir savaşta nasıl bir tavır takınacaklarını bilmiyordu. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ensarın Allah Rasûlünün sadece Medine'de değil her yerde korunması gerektiğini, İslam için sadece Medine'de değil her yerde savaş etmenin imanın bir gereği olduğunu bilip bilmediklerini öğrenmek istiyordu. 

Şüphesiz Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ensari Müslümanlara güvenmediği için böyle bir şey istiyor değildi. Fakat ensari Müslümanlar daha henüz pratik ve ciddi bir imtihana tabi tutulmuş değillerdi.

Bu yüzden Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem muhacirlerin verdikleri cevaplara rağmen hala: 

"Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?" diye sormaya devam ediyordu. 

Nihayet Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem beklediği cevabı Ensar'ın liderlerinden olan Sa'd b. Muaz'dan aldı.

Sa'd: "Ya RasûlAllah! Sen sanki bizi kasdediyorsun" dedi. 

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; 

"Evet" dedi. 

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz şöyle dedi: 

"Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve senin getirdiğin şeyin hak olduğuna şehadet ettik. Bunun için sana itaat etmek ve emirlerini dinlemek üzere sana söz veriyoruz. O halde istediğin şeye devam et Ya RasûlAllah! Biz seninle beraberiz. 

Seni hak ile gönderen zata yemin ederim ki şayet bize şu denizi göstersen ve ona dalsan elbette seninle beraber ona biz de dalarız. Bizden hiçbir adam geri kalmaz. Bizim düşmanlarımızı yarın bizimle karşılaştırmandan hoşnutsuzluk duymayız. 

Biz elbette harpte sabırlı insanlarız. Karşılaşmada doğrularız. Umulur ki Allah bizimle seni sevindirir. O halde bizi Allah-u Teâlâ'nın bereketiyle yolla."

Başka bir rivayette Sa'd b. Muaz şöyle demiştir:

"İstediğin yere git, istediğin kişiyle ilişki kur, istediğin kişiyle ilişkini kes, mallarımızdan dilediğini al, dilediğini ver. Bizden aldığın, bize bıraktığından bize göre daha sevimlidir." (İbn-i Kesir)


Gerçek teslimiyet ancak zahiren ve batinen Allah ve Rasûlünün emirlerine teslim olunduğunda ve bu teslimiyet pratikte de isbat edildiğinde tezahür eder. 

Gerçekten teslim olanlar ancak imtihanlarda da başarılı olan kimselerdir. Bir cemaatin kuvveti de fertlerinin sayısı ile değil, fertleri içinde zahiren ve batınen Allah ve Rasûlünün emirlerine teslim olan ve pratikte de bunu kanıtlayan fertlerin sayısı ile ölçülür. 

İslam cemaatine herhangi bir baskı olmadığı zaman cemaatin fertlerinin sayısı çok fazla olabilir. Fakat hiçbir zaman cemaatin kuvveti bununla ölçülmez. Fertlerin teslimiyeti ancak imtihana tabi tutulduklarında, bu imtihanda gösterdikleri başarı ile ölçülür. 

Cemaatin kuvveti de imtihanda başarılı olan fertlerin sayısıyla ölçülür. 

Bunun için Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ensarilerin lideri olan Sa'd'tan bu cevabı işitince, ordudaki bütün ensari ve muhacir Müslümanlara tam anlamıyla güvenebileceğini anladı ve şöyle dedi: 

"Yürüyünüz, sizlere müjde vardır. çünkü Allah-u Teâlâ iki şıktan birini bana vaadetmiştir. VAllahi ben sanki şu an kafirlerin ölüm yerlerine bakıyorum."


Cemaat lideri fertlerinden bu şekilde emin olursa onların güveni daha fazla olur ve yapacağı plan ve savaşlarda korkusuzca ve endişesizce hareket edebilir. Bu şekildeki fertlerden müteşekkil bir cemaate de Allah mutlaka yardım eder.

Şu halde İslam cemaatinin yapması gereken fertlerinin sayısını rastgele kimselerle arttırmak değil, davalarına zahiren ve batınen teslim olan ve bu teslimiyetlerini pratikte de göstermeye hazır olan fertler yetiştirmektir. 

Bunun için de fertlerini değişik vesilelerle imtihan etmesi gerekir. Zira cemaat lideri sayıları çok fazla olsa da kesin olarak güvenemediği fertlerle önemli adımlar atmaktan çekinir. 

Şu da unutulmaması gerekir ki; 

Allah-u Teâlâ'nın yardımı sayıca fazla olan değil, sayıca az da olsa tam anlamıyla kendine teslim olan Müslümanlarla beraberdir.

Kayıtlı 

"İslâm'ın yöntemi ve hukukuyla (yasaları ve diğer öğeleri ile) egemen olduğu yerin dışında "dar-ul İslâm" yoktur.

"İman"dan sonra ancak "küfür" vardır. 

"İslâm"ın dışında kalan her şey "cahiliye"dir. 

"Hakkın" ötesinde ancak "sapıklık / dalâlet." vardır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder